26 Ocak 2023 Perşembe

"Son Umut" Filmi Batı'nın Kurtuluş Savaşımıza Bakışında Aykırı Bir Ses

 Senaryosunu Andrew Knight ve Andrew Anastasios'un yazdığı, ünlü oyuncu Russel Crowe'un yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığını, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan gibi popüler sanatçılarımızın da rol aldığı "Son Umut" adlı film (özgün adı "The Water Diviner" ) gösterime girdiği 2014 yılından beri nedense çok ilgi görmedi.

Oysa bakış açısındaki özgünlüğün yanı sıra Çanakkale Savaşı gibi bir konuyu işlemesi, olayların Türkiye'de geçmesi, bu savaşlarda Türklerin haklılığını ortaya koyması  gibi nedenlerle bile film gösterilen ilginin kat be kat fazlasını hak ediyor.


Film 1919 Türkiyesi'nde ve İstanbul'da geçmektedir.. Olaylar Avustralyalı bir çiftçi olan Joshua Connor'ın 1915'te Anzak askeri olarak gemilere bindirilip götürülen ve bir daha geri dönmeyen üç oğlunun hiç değilse cesedini bulabilmek umuduyla Türkiye'ye gelmesiyle başlar. Gerisini yazmam filmin değerini veya merak unsurunu  azaltabileceğinden gerisini anlatmayalım.

Film boyunca verilen örtük iletiler belki de ilk kez Batı orijinli bir  filmde Türklerin Çanakkale'de de, Kurtuluş Savaşı'nda da vatanlarını savunan insanlar olduğu, esas suçlunun bilmedikleri toprakları işgale gelen insanlar olduğu  iletisini vermesi bakımından çok değerli. 



 Buna dair bir sahne şöyle: Joshua oğlunun cesetlerini aramak için geldiği  Çanakkale'de çocuklarının künyesi bulununca oradaki Türk subayı Binbaşı Hasan'a saldırmak ister. Araya başkaları girer ve aralarında şu diyalog geçer: 

-Çocuklarımı siz öldürdünüz.

-Onları siz yolladınız. Bize siz saldırdınız.



İngiliz komutanın  babaya söylediği şu sözler de anlamlıdır: 

- Kanlısırt'ta 2000 asker kaybettik. Türkler ise 7000 asker kaybetti. Üstelik fazla esir de almadık. Sence kendimizi bağışlayabilir miyiz? 

Film 1919'da geçtiği için İşgal yıllarının İstanbul'u da güzel verilir. 

Çanakkale'ye seyahat etmek için bile İngiliz Komutanlığımdam imzalı kâğıt alınması gereği, İstanbul'da işgale karşı Türklerin gerçekleştirdiği mitingler , Anadolu'da düzenli ordu kurmaya çalışan Mustafa Kemal'e katılmak için Anadolu'ya geçmeye çalışan vatanseverler ve İstanbul'daki gizli  Kuvvayı Milliyeciler, onların Mustafa Kemal'e duydukları güven filmde güzel verilmiş. 

Filmin dikkat çeken bir diğer yanı ise Anadolu'daki Yınan işgali ve onlarla işbirliği içindeki yerli Rum çetelerinin savunmasız Türklere saldırıları konusuydu. 

Film Avustralyalı bir şirket olan Sewen West Media tarafından finanse edilmiş, Warner Bros ise ABD'deki haklarını satın almış. Batı orijinli olmasına, özellikle batıda Türkiye karşıtı geniş bir lobi faaliyeti yürütülüyor olmasına rağmen, Türkiye'nin herhangi bir finansal desteği olmadan  gerçeği ortaya koyması bakmından değerli bir film. Anlaşılan o ki filin senaristleri o lobilere değil tarihsel gereçeklere bakmışlar senaryoyu yazarken. Russel Crowe da Avustralyalı bir oyıncu olatak belki de böyle bir filmde yönetmen ve oyuncu olmayı  tarihsel bir görev kabul etmiş olabilir. Kimbilir. 

Filme ilişkin dünyadaki tepkilere baktığımızda özellikle ABD ve İngiltere'deki Ermeni ve Rum lobilerinin filme tepkili oldukları, facebook gibi sosyal medya platformlarında filmi boykot ve protesto çağrıları yaptıklarını görüyoruz. Bu lobiler filmin Türkleri kurban gibi göstermesine kızmışlar. (Bk.https://en.wikipedia.org/wiki/The_Water_Diviner) 

 Alışmışlar tabii her seferinde Türklerin barbar, zalim, katil gibi gösterilmesine... Peki haydi onları anladık da bu film bizde neden yeterince ses bulmadı. Türklerin haklı olduğunu söylemek bizim yerli ama milli olmayan entelijansiyamızı rahatsız etmiş anlaşılan. Oysa film alışılageldik batı ezberlerini yineleseydi, yani Türkler soykırımcı, barbar, ilkel vs. yalanlarını sürdürseydi kimbilir ne kadar çok yazı  okuyacaktık hakkında.