1 Haziran 2024 Cumartesi

TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMININ İNCELEMESİ

 


TASLAK TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI PROGRAMI ile ONAYLANAN PROGRAMDAKİ FARKLAR ile  YENİ PROGRAMIN ESASLARI

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ÖĞRETİM PROGRAMININ UYGULAMA ESASLARINA İLİŞKİN FARKLAR

1. ÖĞRENME EKSİKLİKLİKLERİNİN SAPTANMASI ve SENE BAŞINDA BU EKSİKLİKLERİN NASIL GİDERİLECEĞİYLE İLGİLİ   ZÜMRE  TOPLANTISINDA KARAR ALINMASI

Taslak programda olmayan 2. Madde onaylanan programda şu şekilde yer almaktadır:

Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Öğretim Programı kademeli olarak uygulanacağından bir önceki kademeyle ilgili ön Öğrenme eksiklikleri zümre öğretmenlerince tespit edilir; bu eksiklikleri gidermeye yönelik içerik, eğitim öğretim yılı başında zümre toplantılarında karara bağlanır ve eğitim öğretim sürecinde uygulanır. (s6)

 

2. ÖĞRENCİLERİN ÜRÜNLERİNİ PAYLAŞMALARI TEŞVİK EDİLMELİDİR

Taslak programın 15. Maddesine  (onaylanan programın 16. Maddesinde)  şu ekleme yapılmıştır:

 

Öğrencilerin edebiyat atölyesi bölümünde ortaya koydukları ürünleri paylaşmaları teşvik edilmelidir. Genel ağda ve dijital platformlarda yapılan paylaşımlarda başta EBA olmak üzere resmî kurum ve kuruluşlara ait güvenilir adresler tercih edilmelidir.


3. TAM METİN  VURGUSU DEĞİŞTİ

Taslak programın 16.  Maddesi şu şekildeydi:


Programda tam metin okutulması ve bu metnin tahlil edilmesi söz konusudur. Bu bağlamda öğrencilerin farklı

metinlerle karşılaşabilmesini sağlamak için tema ve tahlil edilecek metinle ilişkili “ara metinler” kullanılmasına

dikkat edilmelidir (…)

Onaylanan programda bu bölüm şu şekilde:

 

Her temada 2 okuma ve 1 dinleme/izleme metni ele alınacak ve bu metinlerin tahlili yapılacaktır. Belirlenen metinler tahlil edilirken sürece katkı sunması için “ara metinler” kullanılacaktır (…)

 

Taslak programda olup onaylanan programda olmayan madde:

Temalarda okunması gereken metinlerin tamamı (tam metin) esas alınarak metin tahlili gerçekleştirilir. Ancak ders kitabında roman, tiyatro, gezi yazısı, destan, makale gibi uzun metinlerin tamamına yer verilmez. Bu metinlerin temanın içeriğine uygun bölümleri alıntılanmalı, uzun metinler kısaltılmak suretiyle ders kitabında verilmelidir. Tema çerçevesinde işlenen uzun metinlerin, öğrencilerin yaş ve sınıf seviyeleri dikkate alınarak önceden okunması sağlanmalıdır. Öğrenciler, ilgili temaya başladıklarında tema içeriğinde yer alan metni okumuş ve ön hazırlıklarını tamamlamış olmalıdır.

 

4. DEĞERLER EĞİTİMİNDE BELİRLİ GÜN ve HAFTALARA VURGU

 

Taslak programın değerlerle ilgili 18. Maddesinde belirtilmeyen belirli gün ve haftalar onaylanan programa şu şekilde eklenmiştir. (madde 20)

 

Değerler eğitimi çerçevesinde dinî ve millî bayramlar, Gaziler Günü, Atatürk Haftası, 15 Temmuz Demokrasi ve Millî Birlik Günü, Kızılay Haftası, Yeşilay Haftası, İstiklâl Marşı’nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy’u Anma Günü, 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü gibi millî ve manevi değerler açısından önem taşıyan belirli gün ve haftalara yönelik çalışmalar yapılarak toplumu birleştiren hususlara dikkat çekilmelidir. 

Yorum: Ucu açık bir değerler eğitimi yerine toplumu birleştirenmiili ve manevi değerlere vurgu yapılması yerindedir.

 

5.  Dilbilgisi Becerilerin Gelişimine Katkı Sağladığı Sürece Gereklidir. Konu Anlatımına Gidilmemelidir

Bu düşünce  taslak programda da (19. Madde) onaylanan programda da (21. Madde) korunmuştur.  Onaylanan programda ayrıca şu cümleler eklenmiştir:

“Bu bağlamda dil yapıları, metinlerin anlamına katkıları ve işlevleri bakımından ele alınmalıdır. Dil

bilgisi, konu anlatımına gidilmeden, öğrenme-öğretme uygulamalarında yansıtıldığı şekilde işlenmelidir.” 

Yorum: Dersi dil bilgisine boğarak dersin ana amacı olan öğrencinin konuşarak ve yazarak kendini ifade etmesi engelleyen uygulamalara dur denmektedir.  Soyut dil bilgisi konularını çok iyi bilip de iki, üç cümlelik bir yazıda bile ayrı yazılması gereken de’yi, ki’yi ayırt edemeyen, özel isimlerin ilk harfinin büyük yazılması gerektiğini bilmeyen çok öğrenci vardır. Program işte dil bilgisinin o esnada gerekli olduğunu söylemektedir. Bu kesinlikle doğrudur ancak konu anlatımı yapılmayacağına göre dil bilgisine ilişkin temel konuların ortaokulda tamamlanması gerekir.

 

6.   Öğrencilerin okudukları/izledikleri eserleri  değerlendirmeleri ve bu değerlendirmeleri dönem sonunda sunu şeklinde hazırlamaları istenir.  Bu çalışmayla ilgili değerlendirme dönem sonundaki performans notuna eşit olarak dağıtılır. 

Taslak Programın uygulama esaslarıyla ilgili 31 maddesinde ve onaylanan programın uygulama esaslarıyla ilgili  33. maddesinde

“Yaygın türler arasından seçilmek kaydıyla tüm sınıf düzeylerinde her dönem iki, öğretim yılı boyunca dört eser

okunması ve bir eleştirel film analizi yapılması beklenmektedir. Okunacak eserlerin ve izlenecek filmlerin

belirlenmesinde programda yer alan metin seçimi ölçütleri dikkate alınmalıdır. Bu ölçütler doğrultusunda zümre

üyeleri tarafından öğrencilerin yaş ve sınıf seviyelerine uygun olarak belirlenen eserlerin okutulması, Ek-1’de yer

alan formun kullanılarak öğrencilerin okudukları ve dinledikleri/izledikleri içeriği değerlendirmesi sağlanmalıdır. ”

İfadesi aynen korunmaktadır.

 

 Değişen konular ise:

a. Taslak programda “öğrencilerin bu değerlendirmeleri bir sunu şeklinde sunmaları sağlanmalı.” derken,  Onaylanan programda bu konu  “Öğrencilerin değerlendirmelerini bir sunu şeklinde hazırlamaları istenir.” Şeklinde değiştirilmiştir. Yani hazırlanan sunuyu sınıf huzurunda  sunma zorunluluğu kalkmıştır.

 

b. Bu sunuların öğretmen tarafından nasıl değerlendirilieceğiyle ilgili olarak taslak programda   “ bu sunum performans görevi olarak dönem sonunda notla değerlendirilmelidir.” İfadesi  onaylanan programda , “Bu çalışmayla ilgili değerlendirme, öğrencinin dönem sonundaki performans notuna eşit olarak dağıtılmalıdır.” Şeklinde güncellenmiştir.

 

Yorum: Öğretmen sadece bu sunuya  bakarak performans notu vermeyecek, ancak öğrencinin performans notunda bu sunumda belli bir oranda etkili olacaktır. Bu oranın ne kadar olması gerektiği bu durumda zümreye bırakılmıştır.  Tek bir çalışmayla performans notu verilmemesi süreç takibi açısından yerindedir.

 

7. Eklenen madde: Ders içi çalışmalarda ve ortaya konan Ürünlerde kişilerin hak ve özgürlüklerine saygı gösteren,  milli manevi değerleri yansıtan, anayasa ve kanunlara uygun nitelikte, toplumun belli başlı hassasiyetlerini gözeten içerikler oluşturulmalıdır.

 

Taslak programda olmayan bu madde onaylanan programın uygulama esaslarıyla ilgili 34. Maddesi olarak programa eklenmiştir.

 

Yorum: Taslak programda da onaylanan programda da programın metin seçimi ölçütlerine dikkat edilmesi istenmiştir. O  ölçütlerde hem taslak hem de onaylanan programda “Seçilen metinler Türk Millî Eğitimi’nin genel ve temel amaçlarına uygun olmalıdır.” veya  “Seçilen metinlerin millî, manevi, kültürel ve ahlaki değerlere uygun olmasına dikkat edilmelidir. Öğrencilerin tarih, kültür ve medeniyet değerlerini doğru öğrenmelerini sağlayacak içeriğe sahip metinler seçilmelidir. Metinlerin Türk kültürünün değerlerini öncelemesine dikkat edilmelidir.” gibi ifadelerle metinlerin bu değerleri önceleyen metinler olması istenmiştir ancak burada işin  okul zümrelerine bırakılması bunun ne kadar sağlıklı yürüyeceği konusunda şüphe uyandırmaktadır.  Yine  metin seçimi ölçütleri yetmemiş olacak ki   34. maddede bu duyarlılıklara bir kez daha vurgu yapılması konunun anlaşılması açısından yararlıdır. Bakanlık burada öğretmenleri çok kısıtlamadan 100 temel eser gibi (sayıyı 200’e, 300’e çıkararak) ama herhangi bir zorunluluğa tabi tutmadan örnek bir okuma listesi çıkarması yerinde olacaktır.  Bu listede özellikle Kurtuluş Savaşıyla, Cumhuriyetin ilk yıllarıyla ilgili eserler kesinikle ilk sıralarda olmalıdır.

 

DERSİN METİNTAHLİLİ BÖLÜMÜNDE  METİN İÇERİK ÇERÇEVESİ GENİŞLETİLDİ: ANA METİN, ARA METİN

 

Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Öğretim Programı’nın metin tahlili içerik çerçevesi  taslak programda edebi, öğretici ve çok modlu metinle sınırlıyken onaylanan programda bu metinlere inografik metin (grafikler,şemalar..vb), ana metin ve ara metin  eklenmiştir.

 

Ana metin ve Ara metinle ilgili onaylanan programda şu ifadeler geçmektedir:  (s.9-10)

Ana Metin: Tema kapsamında belirlenen hedeflere ulaşmak için çözümlenmesi istenen metinlerdir. Ana metinler,

temanın içeriğine uygun olarak farklı tür veya dönemlerden seçilir. Okumada iki, dinlemede/izlemede bir olmak üzere her temada üç ana metin belirlenir. Metin tahlili sürecinde ana metinlerin tamamı dikkate alınır ve

bunların çözümlemesi yapılır.

 

Ara Metin: Temada tahlil edilen metni çözümlemeye yardımcı metinlerdir. Metin tahlili sürecinde tema dağılımlarını gösteren tablolarda yer alan ara metinlerin kullanılması zorunludur. Ara metinler; karşılaştırma yapmak, ana metnin iletisini desteklemek veya tema kapsamında işlenen konuyu pekiştirmek amacıyla kullanılır. Ara metinlerin

sayısında bir sınırlama yoktur. Seçilen ara metinlerin tamamı veya bir kısmı alıntı yapılarak kullanılabilir. Ara

metinlerin seçiminde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretim Programı’nda belirtilen esaslar dikkate alınmalıdır.

 

Yorum: Ders işlenişi metin tahlili (okuma, dinleme) ve edebiyat atölyesi şeklinde uygulanacağı için tema için ayrılan sürenin yarısı metin tahlili şeklinde olacaktır. Burada esas olarak her temada üç ana metin incelenecektir. Bu metinlerin seçiminde öğrencide estetik beğeni uyandıracak (veya öğretici metinse ilgi ve merak uyandıracak) üzerinde yorum yapılabilecek metinlerin  seçimi büyük önem taşımaktadır.

TEMALARIN İŞLENİŞİNDE UYGULAMA  DÖRT TEMEL DİL BECERİSİ ESAS ALINIYOR:  METİN TAHLİLİNDE ÖĞREN , EDEBİYAT ATÖLYESİNDE YAP

 

Temaları incelediğimizde metin tahlilinde öğrenci iki farklı türde ana metin okuyor. Bu metni ara metinlerle anlamlandırıyor, yorumluyor.  Birden fazla duyuya hitap eden  çok modlu metinlerle ise görsel ve işitsel yönü zenginleştiriliyor. Onları da yorumlayıp anlamlandırıyor.

 Bunları öğrenildikten sonra ise temanın edebiyat atölyesi aşamasına  geçiliyor ve öğrencinin öğrendiklerini uygulaması isteniyor.

 Örneğin 9. Sınıfların ilk teması olan “Sanatın Dili” temasında  öğrencinin  bir şiir ve bir denemeyi  okuyup, anlayıp tahlil etmesi isteniyor. Çok modlu metin olaraksa bir mülakat  izlettirilip o da tahlil ediiyor. Metin tahlili aşama aşama bu şekilde tamamlandıktan sonra  temanın edebiyat atölyesi kısmına geçiliyor. Edebiyat atölyesinde  konuşma ve yazma becerileri esas alındığı için öğrenciden (deneme türündeki ana metnin  tahlilinde  öğrendiği düşünceyi geliştirme tekniklerinden hareketle) bir konuşma yapması  isteniyor, ardından okuduğu bir şiiri bir betimleme paragrafı halinde yazması isteniyor.  Böylece öğrenci dört temel dil becerisini de kullanmış olmaktadır.

 

Ölçme ve Değerlendirme (Öğrenme Kanıtları)

 

Ölçme ve değerlendirme esaslarının önemli yerleri onaylanan programın bununla ilgili sayfalarına bakılarak (15-17) şu şekilde özetlenebilir:

 

-Metin tahlilinde ölçme ve değerlendirmenin amacı öğrenciye not vermek değil, bir sonraki aşamaya geçmeden öğrencilerin gelişimlerini ve varsa eksiklerini belirlemektir.  Burada öğrenciye yapıcı geri bildirim vermek esaslanmaktadır. Öz değerlendirme, akran değerlendirme ve öğretmen değerlendirme bir arada yapılarak değerlendirmede çeşitlilik sağlanır denmektedir. Kısaca Metin tahlilindeki değerlendirmeler not vermeye dayalı olmayacaktır.

 

-Edebiyat atölyesinde ise sözlü ve yazılı anlatım için her temada  öğrenciye iki ayrı performans görevi  verilir. Performans görevleri sonunda elde edilen ürün veya gerçekleştirilen performans, dereceli puanlama anahtarı kullanılarak değerlendirilir. Değerlendirme sürecinde çeşitlilik sağlanarak ürün/gerçekleştirilen performans öğrencinin kendisi, akranı ve öğretmeni tarafından değerlendirilir. Öğretmen tarafından yapılan değerlendirme sonunda öğrenciye elde ettiği ürün/gerçekleştirilen performans ile ilgili not verilir.

Bu notlar verilirken öğrenciye gerek sözlü çalışmasında gerekse yazılı çalışmasından önce dereceli puanlama anahtarı verilir. Değerlendirme sonuçları ve ürünüyle ilgili materyaller (notları, görselleri vb.), öğrencinin portfolyosuna veya e-portfolyosuna eklenmelidir. Öğrencilerin sınıf içindeki performansları kadar ders sürecindeki gelişimleri de puanlamada ön planda tutulmalıdır.

 

Yorum: Değerlendirme sürecinde sadece o anki performans değil ders sürecindeki gelişiminin de dikkate alınması anlık şanssızlıklara karşı öğrenciye ve öğretmene manevra alanı tanımaktadır. Tabii burada sürecin ve anlık performansın puanlamaya ne kadar etkili olacağı konusu belirsizdir. Burada hazırlanacak dereceli puanlama ölçeğinde bu durum net yüzdelik ifadelerle ortaya konmalıdır. Öğrencii ürünlerinin portfolyaya işlenmesi ise ek bir iş yükü getirecektir. Hem sözlü hem yazılı  iletişim için dereceli puanlama ölçeği yeterli olmalıdır.

 

Tema Sonu Değerlendirme

 

Her temanın sonunda öğrencilerin metin tahlili ve edebiyat atölyesi ürünlerini birlikte değerlendirecekleri tema sonu değerlendirmeler gerçekleştirilecektir.

 



Yorum:  Programda bu değerlendirme için not verilir ya da verilmez biçiminde bir açıklama bulunmamaktadır.  Ancak burada dereceli puanlama anahtarı gibi herhangi bir kanıt istenmediğine göre not verme olmayabilir.

 

 Türk Dili ve Edebiyatı Dersinde Metinlerin Seçimine İlişkin Açıklamalar” bölümüne eklenenler

 

Taslak programda 10-11 ve 12. sınıflarda metin seçiminde eksik bırakılan sanatçıların isimleri onaylanan programda yer almıştır. Buna göre

 

9. Sınıflarda,

Cumhuriyet Dönemi ve günümüz edebiyatı dikkate alınmakla birlikte öğrencilerin Yunus Emre, Âşık Veysel, Mehmet Âkif Ersoy gibi sanatçıların eserlerini tanımaları da sağlanmalıdır.

 

10. sınıflarda,  

Kâşgarlı Mahmud, Hoca Ahmet Yesevî, Alî Şîr Nevâyî, Yûsuf Has Hâcib gibi isimler başta olmak üzere Türk edebiyatındaki dönemsel kırılmaları temsil eden sanatçıların eserlerinin öğrencilerle buluşması sağlanmalıdır.

 

 Divan Edebiyatı:  Divan edebiyatından seçilen eserlerin bu dönemin önde gelen sanatçılarına (Âşık Paşa, Gülşehrî, Ahmedî, Şeyhî,Hayâlî, Fuzûlî, Taşlıcalı Yahyâ, Bâkî, Nefî, Nâbî, Nedîm, Şeyh Gâlib vd.) ait olmasına ve divan edebiyatında kendi türünü temsil eden önemli eserler arasında (Hüsrev ü Şîrîn, Harnâme, Vesîletü’n-necât, Ashâb-ı-Kehf, Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ vü Mecnûn, Hüsn ü Aşk, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâmesi, Mir’âtü’l-memâlik, Su Kasidesi vb. ) yer almasına dikkat edilmelidir.

 

Halk edebiyatı:  Halk edebiyatından seçilen metinler Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Pîr Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu,Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Âşık Veysel, Abdurrahim Karakoç, Şeref Taşlıova, Murat Çobanoğlu, Neşet Ertaş gibi Türk halk edebiyatının önde gelen şairlerinden tercih edilmelidir.

 

Ara metin olarak ele alınacak halk hikâyelerinin seçiminde destan tipi (Hz. Ali Cenknâmeleri, Battalnâme, Saltuknâme, Danişmendnâme, Köroğlu, Kirmanşah vb.) ve aşk temalı (Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Ercişli Emrah ve Selvihan, Arzu ile Kamber, Âşık Garip vb.) olmak üzere farklı tarzlarda yazılmış halk hikâyesi

örneklerinden yararlanılmalıdır.

 

Yorum. 10. Sınıfta gerek metin seçimlerine (s.18)  gerekse tema dağılımına (s.12)  baktığımızda halk edebiyatı ağırlıklıdır. Şöyle ki Divan edebiyatından gazel ve kaside metni varken halk edebiyatından koşuk, türkü, koşma, ninni, masal, halk hikâyesi, destan ve Tanzimat, Servetifünun, Milli Edebiyat Dönemi’nden farklı roman, öykü, şiir örnekleri yer almıştır. Öğrencinin dilini sözlüğe bakmadan anlayabileceği metinlerle daha çok karşılaşması Türk edebiyatının dönemleriyle bağ kurması açısından olumludur.

 

11. sınıflarda

 11. sınıf Türk dilinin kullanımına ilişkin farkındalık sağlamayı hedeflediğinden Türk dünyası edebiyatına ait örneklere yer verilmesine dikkat edilmelidir. Ayrıca seçilecek metinlerin Azerbaycan, Balkan, Irak, Kıbrıs, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar ve Türkmen edebiyatlarının seçkin örneklerinden olmasına da dikkat edilmeli; Bahtiyar Vahabzade,Mehmed Emin Resulzade, Hüseyin Cavid, Ahmed Cevad, Şehriyar, Mağcan Cumabay, Abay Kunanbay, Muhtar Avezov, Cengiz Aytmatov, Çolpan, Abdulla Kâdirî, Mahtumkulu, Cengiz Dağcı, Bekir Sıtkı Çobanzade, Abdullah Tukay, Hasan Sabri Ayvazov, İsmail Gaspıralı, Osman Türkay, Özker Yaşın, Necati Zekariya, Rıza Mollof, Ata Terzibaşı gibi Türk dünyası edebiyatının önde gelen şair ve yazarlarına yer verilmelidir.

 

Yorum: 11. Sınıf metin seçimlerinde Türk dünyası edebiyatından örnekler verilirken tema  dağılım tablosunu incelediğimizde ders işlenişi sırasında Türk dünyası edebiyatının 2. Tema olan “Kültür Yolculuğu” içerisinde olduğunu görmekteyiz.  Yani 11. Sınıfın tamamı Türk dünyası edebiyatından ibaret değildir. Bu sınıfta Karagöz, Orhun Abideleri, Divanu Lügâti’t-Türk, biyografi, tezkire, tiyatro, küçürek hikâye gibi Türk edebiyatından farklı türlerde metinler vardır.  Burada metin seçimi kısmında  sözü edilen yazarların eserleri  ders kitaplarının içeriğinde olacak yazarlar değil,  okul zümrelerinin belirleyeceği “dönemde iki eser” seçerken dikkate alınacak yazarları içermektedir.

 

12. Sınıflarda,

 

Metin seçimlerinde Tanzimat Dönemi’nden Cumhuriyet Dönemi’ne kadar Türk edebiyatının farklı dönemlerini ve yönelişlerini temsil eden seçkin şahsiyetlerin eserleri tercih edilmelidir. Cumhuriyet Dönemi’nden seçilen

metinler tema içeriğiyle uyumlu olmalıdır. Metin seçimlerinde farklı tür ve edebî anlayışları temsil eden; Abdülhak

Şinasi Hisar, Adalet Ağaoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Alev Alatlı, Arif Nihat Asya, Asaf Hâlet Çelebi, Attilâ İlhan, Azra Erhat, Bahaeddin Özkişi, Behçet Necatigil, Cahit Sıtkı Tarancı, Cahit Zarifoğlu, Cemal Süreya, Cemil Meriç, Edip Cansever, Emine Işınsu, Erdem Bayazıt, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Füruzan, Güngör Dilmen, Haldun Taner, Halide Edip Adıvar, Hüseyin Nihal Atsız, Kemal Tahir, Mehmet Âkif Ersoy, Mehmet Kaplan, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Nâzım Hikmet Ran, Necip Fazıl Kısakürek, Nermi Uygur, Nezihe Meriç, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Nuri Pakdil, Nurullah Ataç, Oğuz Atay, Orhan Kemal, Orhan Şaik Gökyay, Orhan Veli Kanık, Peyami Safa, Rasim Özdenören, Recep Bilginer, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Sabahattin Ali, Sabahattin Eyüboğlu, Sabahattin Kudret Aksal, Sait Faik Abasıyanık, Salâh Birsel, Sedat Umran, Sezai Karakoç, Suut Kemal Yetkin, Süreyya Berfe, Tarık Buğra, Turan Oflazoğlu, Turgut Özakman, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaşar Kemal, Ziya Osman Saba gibi seçkin şahsiyetlere yer verilmelidir.

 

Yorum: Mevcut öğretim programında  12. Sınıflarda daha çok 1950 sonrası Türk edebiyatı varken yeni programda 12. Sınıf Cumhuriyet Dönemi’nin de düşünsel temellerini besleyen Mahmet Akif gibi, Halide Edip Adıvar gibi yazarlara da yer verilerek Cumhuriyet Dönemi edebiyatı farklı yönelişlere de yer verilerek   bütüncül biçimde ele alınmaktadır.

 

ÖĞRENME ÇIKTILARI (KAZANIMLAR)

 

Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Öğretim Programı’nda öğrenme çıktıları, Türkçe alan becerileri esas alınarak oluşturulmuştur.  Öğrenme çıktıları, beceri ifadelerinin metin tahlili ve edebiyat atölyesi temelinde ilgili temanın içeriği ile birleştirilmesi yoluyla yapılandırılmıştır.Türk Dili ve Edebiyatı Dersi Öğretim Programı’nda metin tahlili ve edebiyat atölyesi bölümlerinde içeriği, metinler (edebî, öğretici ve çok modlu) ve performans görevleri oluşturmaktadır. (S.19)

 

Kazanımlar bu becerileri ölçmeye yönelik olarak oluşturulmuştur. Buna göre alt başlıkları çıkarırsak  dersin iki ana parçası olan metin tahliline ve edebiyat atölyesine  ait kazanım başlıkları şunlardır:

 

METİN TAHLİLİ KAZANIMLAR

 

A: DİNLEME İZLEME, Dinlemeyi/İzlemeyi Yönetebilme, Anlam Oluşturabilme, Çözümleyebilme, Yansıtabilme,

B. OKUMA:   Okumayı Yönetebilme, Anlam Oluşturabilme, Çözümleyebilme, Yansıtabilme

EDEBİYAT ATÖLYESİ KAZANIMLARI

 

A. KONUŞMA:  Konuşmayı Yönetebilme,  İçerik Oluşturabilme, Kural Uygulayabilme, Yansıtabilme

B. YAZMA:  Yazmayı Yönetebilme, İçerik Oluşturabilme, Kural Uygulayabilme, Yansıtabilme

 

Programda sayfa 65’ten itibaren9,10,11 ve 12. Sınıflarda temalara, kazanımlara, ölçme değerlendirme  ayrıntılarına girilmiştir.

 

SONUÇ

 

1. Program uygulama ağırlıklıdır.

2. Belirli bir döneme ya da anlayışa yönelik tarafgir bir tutum yoktur. Türk edebiyatına, sanatçılara bütüncül olarak yaklaşılmıştır.

3. Dil bilgisi konularına  ancak metin tahlili sırasında metinleri anlamlandırmak veya edebiyat atölyesinde ürün ortaya koyarken yaşanacak sıkıntıları aşmak için gerektiği yerde verilecek, konu anlatımına girilmeyecektir. Aslolan soyut dil bilgisi konuları değil edebiyat ve metinlerdir.

4. Program hazırlanırken Türkçe alan becerileri esas alınmış, beceri temelli bir program oluşturulmuştur.

5. Performans puanları bu  programla birlikte bir krtitere bağlanmıştır.  Buna göre performans notu verilirken tema sonunda edebiyat atölyesinde ortaya konulan ürün ile dönemde okuyacağı iki eserle senede izleyeceği bir filme  ilişkin hazırlayacağı sunulara, süreç içerisindeki gelişimine de bakılarak bunların belirli oranlarda ölçeklere yazılıp hesaplanmasıyla oluşacaktır.

6. Programda toplumu birleştiren  milli değerler vurgusu sürekli öne çıkmaktadır.

20 Nisan 2024 Cumartesi

Auschwitz İçin Ağlarken Gazze İçin Ağlayamamak


 Hollywood ağla der ve ağlarsın: 


Piyanist filminde Yahudi asıllı piyanist Wladek'e ağlarsın, 


Schindler'ın Listesi"nde Schindler'ın soykırımdan kurtardığı Yahudiler için ağlarsın,


Hayat Güzeldir'de toplama kampına götürülen Yahudi baba için ağlarsın, 


Çizgili Pijamalı Çocuk'ta toplama kampındaki esir Yahudi çocuk Schmuel için ağlarsın. 


Anne Frank'ın Hatıra Defteri'nde Yahudi Anne Frank için ağlarsın, 


Say say bitmez. Holokostla ilgili yüksek bütçeli filmleri izler ve ağlarsın. Ağlamak da normaldir. İnsansın çünkü. Hitler'i lanetlersin. 


Ama günümüzün Anne Frankleri, günümüzün Wladekleri,   günümüzün Schumelleri için ağlatmaz Hollywood seni. Çünkü onların adı Hasan'dır, Zehra'dır, Muhammed'tir. Ve görüntüler film platolarndan değil bizzat Gazze'den gelmektedir.  Milyon dolarlık bütçeli filmler çekilmez, büyük lansmanlarla sunulmaz bunu anlatan romanlar. Netflix'te bir tane bu konuyla ilgili dizi de bulamazsın. Her yer karartılmıştır bir el tarafından.


  O günün soykırımcı faşist lideri  Hitler'i lanetlersin ama iş Netanyahu faşistine gelince bir cümle yazmaya, konuşmaya üşenirsin. Beni İrancı, Arapçı, Dinci veya başka bir şey diye etiketlerler sanırsın. Çünkü vicdanının sınırları mahallenin sınırlarıdır. Çünkü küresel patronlar öyle buyurduğu için sadece   filmi çekilen ve altında "made in usa" damgası olan katliamlar lanetlenmelidir. Çünkü çağdaşı olduğun bu trajedinin  filmini izlememişsindir. Çünkü zihnin işgal altındadır. Çünkü....(neyse) Zavallı olmak da bir seçimdir.

26 Ocak 2023 Perşembe

"Son Umut" Filmi Batı'nın Kurtuluş Savaşımıza Bakışında Aykırı Bir Ses

 Senaryosunu Andrew Knight ve Andrew Anastasios'un yazdığı, ünlü oyuncu Russel Crowe'un yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığını, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan gibi popüler sanatçılarımızın da rol aldığı "Son Umut" adlı film (özgün adı "The Water Diviner" ) gösterime girdiği 2014 yılından beri nedense çok ilgi görmedi.

Oysa bakış açısındaki özgünlüğün yanı sıra Çanakkale Savaşı gibi bir konuyu işlemesi, olayların Türkiye'de geçmesi, bu savaşlarda Türklerin haklılığını ortaya koyması  gibi nedenlerle bile film gösterilen ilginin kat be kat fazlasını hak ediyor.


Film 1919 Türkiyesi'nde ve İstanbul'da geçmektedir.. Olaylar Avustralyalı bir çiftçi olan Joshua Connor'ın 1915'te Anzak askeri olarak gemilere bindirilip götürülen ve bir daha geri dönmeyen üç oğlunun hiç değilse cesedini bulabilmek umuduyla Türkiye'ye gelmesiyle başlar. Gerisini yazmam filmin değerini veya merak unsurunu  azaltabileceğinden gerisini anlatmayalım.

Film boyunca verilen örtük iletiler belki de ilk kez Batı orijinli bir  filmde Türklerin Çanakkale'de de, Kurtuluş Savaşı'nda da vatanlarını savunan insanlar olduğu, esas suçlunun bilmedikleri toprakları işgale gelen insanlar olduğu  iletisini vermesi bakımından çok değerli. 



 Buna dair bir sahne şöyle: Joshua oğlunun cesetlerini aramak için geldiği  Çanakkale'de çocuklarının künyesi bulununca oradaki Türk subayı Binbaşı Hasan'a saldırmak ister. Araya başkaları girer ve aralarında şu diyalog geçer: 

-Çocuklarımı siz öldürdünüz.

-Onları siz yolladınız. Bize siz saldırdınız.



İngiliz komutanın  babaya söylediği şu sözler de anlamlıdır: 

- Kanlısırt'ta 2000 asker kaybettik. Türkler ise 7000 asker kaybetti. Üstelik fazla esir de almadık. Sence kendimizi bağışlayabilir miyiz? 

Film 1919'da geçtiği için İşgal yıllarının İstanbul'u da güzel verilir. 

Çanakkale'ye seyahat etmek için bile İngiliz Komutanlığımdam imzalı kâğıt alınması gereği, İstanbul'da işgale karşı Türklerin gerçekleştirdiği mitingler , Anadolu'da düzenli ordu kurmaya çalışan Mustafa Kemal'e katılmak için Anadolu'ya geçmeye çalışan vatanseverler ve İstanbul'daki gizli  Kuvvayı Milliyeciler, onların Mustafa Kemal'e duydukları güven filmde güzel verilmiş. 

Filmin dikkat çeken bir diğer yanı ise Anadolu'daki Yınan işgali ve onlarla işbirliği içindeki yerli Rum çetelerinin savunmasız Türklere saldırıları konusuydu. 

Film Avustralyalı bir şirket olan Sewen West Media tarafından finanse edilmiş, Warner Bros ise ABD'deki haklarını satın almış. Batı orijinli olmasına, özellikle batıda Türkiye karşıtı geniş bir lobi faaliyeti yürütülüyor olmasına rağmen, Türkiye'nin herhangi bir finansal desteği olmadan  gerçeği ortaya koyması bakmından değerli bir film. Anlaşılan o ki filin senaristleri o lobilere değil tarihsel gereçeklere bakmışlar senaryoyu yazarken. Russel Crowe da Avustralyalı bir oyıncu olatak belki de böyle bir filmde yönetmen ve oyuncu olmayı  tarihsel bir görev kabul etmiş olabilir. Kimbilir. 

Filme ilişkin dünyadaki tepkilere baktığımızda özellikle ABD ve İngiltere'deki Ermeni ve Rum lobilerinin filme tepkili oldukları, facebook gibi sosyal medya platformlarında filmi boykot ve protesto çağrıları yaptıklarını görüyoruz. Bu lobiler filmin Türkleri kurban gibi göstermesine kızmışlar. (Bk.https://en.wikipedia.org/wiki/The_Water_Diviner) 

 Alışmışlar tabii her seferinde Türklerin barbar, zalim, katil gibi gösterilmesine... Peki haydi onları anladık da bu film bizde neden yeterince ses bulmadı. Türklerin haklı olduğunu söylemek bizim yerli ama milli olmayan entelijansiyamızı rahatsız etmiş anlaşılan. Oysa film alışılageldik batı ezberlerini yineleseydi, yani Türkler soykırımcı, barbar, ilkel vs. yalanlarını sürdürseydi kimbilir ne kadar çok yazı  okuyacaktık hakkında.  





14 Kasım 2021 Pazar

Squid Game Dizisi Üzerine

 


Meşhur bir Güney Kore dizisi var dijital platformlarda. Bu aralar bu dizi üçgen, kare, yuvarlak sembolleriyle de çok popüler. Adı Squid Game. İzledim ve filmin teknik boyutuna yönelik değil ama iletisine yönelik bir değerlendirme yapma gereksinimi duydum. 


Dizinin özeti şu: Yoksul insanları toplayıp bir adaya götürüyorlar ve orada onlara numaralar verip, diğer kimliklerini bıraktırarak çeşitli ölümlü  oyunlara katıyorlar. Oyunlarda elenenler ölüyor, kalanlar bir sonraki kanlı oyuna devam ediyorlar. Bu oyunlarda zenginler de oyuncuların üzerine bahisler yapıyorlar. Ölen (elenen diye sunuluyor) kişi başına sistem para aktardığından o parayı tepelerindeki ışıklı kürede gören  oyuncular, onun büyüsüne kapılıp  bir süre sonra oyun olmasa da birbirini öldürmeye başlıyorlar. Oysaki oyunu bırakmak gibi bir demokratik hak da tanınmış olmasına rağmen dışarıdaki sefil hayat oradan daha iyi olmadığı için oyuncular o hakkı kullanmıyorlar.  Oyunlar giderek o kadar insanlık dışı hale geliyor ki eşlerin,  çocukluk arkadaşlarının  birbirini öldürmesine varıyor iş.  Sonunda tek bir kişi sağ kalıyor ve parayı alıyor. Tabii o para başkalarının canı pahasına kazanılmış bir para olduğu için kazanan kişi el sürmüyor o paraya ve bu oyunu düzenleyenlerden intikam almak istiyor. O kısım sonraki sezonlarda yayımlanacak .


 Zorunlulukların, yokluğun insan karakterini nasıl vahşileştirebildiğinin, onu nasıl insanlıktan çıkarabildiğinin  örneği bir dizi. Kapitalizmin modern insanını uç bir bakışla gözler önüne seriyor. Bu oyunun kazananı yok aslında. Ben bu oyunda yokum diyebilen, insan kalıyor. İnsanlıktan, paylaşımdan vazgeçerek kazanılacak bir zafer yok kısaca.

29 Nisan 2021 Perşembe

NEOLİBERALİZM BAĞLAMINDA ORHAN PAMUK’UN VEBA GECESİ ROMANINDAKİ ÖRTÜK İLETİLERİN YORUMLANMASI

 

Bu çalışmada Orhan Pamuk’un “Veba Gecesi” romanın roman tekniği bakımından incelenmesinden çok, romanın oturduğu ideolojik zemin üzerinde somut örneklerle  durulacaktır.

 

Romanın büyük bölümü , kurmaca bir mekân olan  Minger adasında 1901’de yaşanan veba salgını sırasında salgınla mücadelede geçen altı ayı kapsamaktadır.  Romanda olaylar II. Abdülhamit döneminde geçmekte  ve devrik padişah V. Murat’ın  üçüncü kızı, kurmaca bir karakter olan  Pakize Sultan’ın  ablası Hatice Sultan’a yazdığı mektupların torunu  Mina Mingerli tarafından derlenmesinden oluşmaktadr.   Sonrasında anlatıcı Mina Mingerli de roman kişisi olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Romanda çok sayıda kişi olmasına karşın başlıca kişiler dönemin  Hıfzısıhha Başmüfettişi  Bonkowski Paşa, yardımcısı İlias, Pakize Sultan, eşi Doktor Nuri, Kolağası Kamil, Zeynep, Sami Paşa, Şeyh Hayrullah, Mazhar gibi isimlerdir.  Romanda Mustafa Kemal’e benzerliğiyle dikkat çeken  karakter Kolağası Kâmil’dir.

KOLAĞASI KÂMİL KARAKTERİNİN İNCELEMESİ, MUSTAFA KEMAL’LE BENZERLİKLERİ ve ROMANDA SUNUŞ BİÇİMİ

Yazarın Kolağası Kâmil’i bize nasıl yansıttığını, Kolağası  Kâmil’in kim olduğunu, Mustafa Kemal’le benzerliklerini , Kolağası Kâmil üzerinden Mustafa Kemal’e bakışını kitaptan alıntılarla sayfa sayfa inceleyelim.


KOLAĞASI KÂMİL KARAKTERİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

HER ŞEY BANA GÖRE

Kurmaca bir karakter olan Kolağası Kâmil kurmaca bir mekân olan Mingerlidir. (S.73)  Kâmil’in az sonra örneklerini sıralayacağımız alıntılarda Mustafa Kemal olduğu düşünüldüğünde Minger’i de Türkiye olarak düşünmek yerinde olacaktır. Zaten Minger gibi haritada yeri bir nokta kadar olan bir adada mikro düzeyde  gelişen olaylarla Türkiye’deki benzerlikler romanın ilerleyen aşamalarında net biçimde gözükmektedir.


Kolağası Kâmil romanda ilk olarak karşımıza Pakize Sultan’ın muhafızı olarak Mısır’dan Minger’e gitmesiyle çıkar. Kolağası Mingerlidir. Padişah Abdülhamit, Minger ‘de çıkan veba salgınını önlemekle görevlendirdiği Hıfzıssıhha Başmüfettişi ve kimyager Bonkowski Paşa’nın öldürülmesi nedeniyle adadaki salgını kontrol altına almak için Pakize Sultan’ın eşi Doktor Nuri’yi görevlendirir.  Doktor Nuri, eşi Pakize Sultan ve Pakize Sultan’ın muhafızı Kolağası Kâmil gemiyle İskenderiye’den Minger’e geçerler.  Gemi yolculuğu sırasında Pakize Sultan ve Doktor Nuri’yle  sohbet eden Kamil’in aslen Mingerli olduğunu öğreniriz.  Yolculuk sırasında “Adanın en çok nesini seversiniz ?”  diye soran Pakize Sultan’a Kolağasının verdiği yanıt:

“Minger adasının en güzel yanı her şeyin benim bildiğim gibi ve bana göre olmasıdır efendim!”  (s.74)

KOLAĞASI KÂMİL ve MUSTAFA KEMAL’İN YAŞAM  ÖYKÜLERİNİN  BENZERLİKLERİ, FARKLILIKLARI ve KOLAĞASI KÂMİL’İN ROMANDA ELE ALINIŞI

Kolağası Kâmil’in Atatürkle benzerlikleri  kimi durumlar ve olaylar ufak tefek değişiklikler yapılarak  zaman zaman gerçeği  yorum katmadan yer verip  çoğu zamansa küçümseyici yorumlarla sunulmuştur. Bu çalışmada benzerlikler ve anlatıcının  karakteri kurgulayış biçimi  madde madde sıralanmış  romandan aktarılan kısım  eğik yazıyla başta verilmiş, benim araştırma ve saptamalarım yazarın notu (YN) kısaltmasıyla verilmiştir.

 

1.      1. HER İKİSİ DE KÜÇÜK YAŞTA YETİM KALMIŞ, ANNE İKİNCİ EVLİLİĞİNİ YAPMIŞTIR

BABASININ ÖLÜMÜ: Roman karakteri Kolağası Kamil’in babası, Kâmil Askeri  Rüştiye’de öğrenciyken ölmüştür.  (S.85)

YN: Mustafa Kemal’in babası Ali Rıza Efendi ise  Mustafa Kemal  yedi  yaşındayken ölmüştür.  Romandaki karakterle Mustafa Kemal arasındaki birinci benzerlik her ikisinin de küçük yaşta yetim kalmasıdır.

2.   

Kamil’in annesi Satiye Hanım  eşi öldükten iki yıl sonra Hazım Bey’le evlenmiştir. Kolağası, şişman ve yüzeysel Hazım Bey’den hoşlanmamıştır. (s.85)

YN: Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım da eşinin 1888’de ölümü üzerine çocukları Mustafa ve Makbule’yi de yanına alarak ağabeyi Hüseyin Bey’in Langazada’ki çiftliğine yerleşir. Bir süre sonra ağabeyine daha fazla yük olmamak için  Selanik Gümrükler Başmüdürü Ragıp Bey’le evlenir.  Bu evlilik babasının hatırasına saygı gösterilmediğini düşünen Mustafa Kemal’i kızdırır.  (Kaynak: Nuyan Yiğit,  Atatürk’le Otuz Yıl İbrahim Süreya Yiğit’in öyküsü s.13-18) Mustafa Kemal ve Ragıp Bey’in fotoğraflarına baktığımızda Ragıp Bey’in de şişman olduğu gözükmektedir.  Hem üvey babaya karşı hoşnutsuzluk hem de annesinin ikinci eşinin  fiziki görünümü de (bk. Fotoğraf-1)  Kolağasıyla Mustafa Kemal arasındaki benzerliklerden biridir.


2. İLK MADALYA

“Dört yıl önce madalya aldığı Yunan savaşına kadar özel bir askeri başarısı olmamıştı.” (s.85)

YN: Atatürk’e ilk nişan Şam’daki hizmetlerinden  dolayı 1906’da verilmiştir. İlk madalya ise Çanakkale’deki başarısından ötürü V. Mehmet tarafından 1915’te verilmiştir. (Kaynak: Anıtkabir Atatürk Müzesi Kataloğu, Anıtkabir Komutanlığı 1994. ISBN: 975-95835-0-X.). Burada yazarın bir durum saptamasından çok önceki mücadeleleri görmezden gelerek işi sadece madalyaya odaklayarak küçümseyici bir ifade kullandığını ekleyelim.  Mustafa Kemal’in askeri dehası madalyadan çok önce Trablusgarp cephesinde İtalyanlara karşı savaşırken ortaya çıkmıştır. (Kaynak: Doç. Dr. Hüner Tuncer, Trablusgarp ve Balkan Savaşları 1911-1913, Tarihçi Kitabevi, 2018)

 

3.     3. KOLAĞASININ HARBİYE’DE DEVRİMCİ FİKİRLERLE  TANIŞMASI (NAMIK KEMAL’İ GİZLEYİP NAPOLEON’U ÖNE ÇIKARMAK )

 

“Harbiye’den mezun olduğunda pek çok subay arkadaşı gibi idealistti ve kadınların Araplar gibi aşırı kapanmasına karşıydı. Dört kadınla evlenen Hacı ağalardan, genç kızlarla evlenen yaşlı zenginlerden de nefret ederdi”

 

“Kolağası Harbiye’de ihtilalci öğrencilerin padişah karşıtı bildirilerini de okumuştu. Elden ele gezen Napolyon biyografisini bir gecede bitirmiş, Fransız İhtilalinin kahramanlarının “liberté, égalite, fraternité” diye haykırırken ne istediklerini anlamış ve zaman zaman içtenlikle hak vermişti onlara.” (s.86)

 

YN: Bu ifadeler de okurda Mustafa Kemal çağrışımı yapmaktadır. Bu konuda yapılmış olan bir akademik çalışmada şöyle denilmektedir:

 

Mustafa Kemal Atatürk'ün siyasi fikirlerinin oluşumunun temelleri Harbiye öğrenciliği yıllarına dayanmaktadır. II. Abdülhamit'in İstibdat Dönemi'ne denk gelen bu süreçte Namık Kemal'in eserlerini okuyarak  vatanperver ve özgürlükçü görüşlerin zihninde yerleştiğini Mustafa Kemal Atatürk kendi beyanatında belirtmektedir. "Harbiye senelerinde siyaset

fikirleri baş gösterdi. Vaziyet hakkında henüz nafiz nazar hâsıl edemiyorduk. Sultan Hamid devri idi.  Namık Kemal Beyin kitaplarını okuyorduk. Takibat sıkı idi. Ekseriyetle ancak koğuşta yattıktan sonra okumak imkanını buluyorduk. Bu gibi vatanperverane eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması, işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu ihsas ediyorduk. Fakat bunun mahiyeti gözlerimiz önünde tamamiyle tebellür etmiyordu." (Kaynak: Haldun EROĞLU, Mustafa Kemal Atatürk'ün Düşün Dünyasının

Oluşumundaki Etkenlerle İlgili Bazı Görüşler ,Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, s. 27-28, Mayıs-Kasım 2001, s. 285-298)

 

Romanda anlatılanla araştırma sonucunu karşılaştırdığımızda  Mustafa Kemal’in Harbiye’de öğrenciyken siyasi düşüncelerinin oluştuğu tezi doğru ancak bu düşüncelerin romanın yaptığı gibi  Namık Kemal’in adını hiç zikretmeden “yerli değil yabancı kaynaklardan”  sadece Fransız Devriminin  kendi kaynaklarını okuyarak oluşturduğu tezi yanlıştır.

Romanda anlatılan padişah karşıtı bildiriye gelince Mustafa Kemal Harbiye’de öğrenciyken kendisi gibi vatanın tehlikede olduğunu düşünen subay adayı arkadaşlarıyla birlikte birçok yazı çalışması yürütmüştür. Çıkardıkları “Vatan” adlı tek sayfalık siyasi içerikli gazete yüzünden yakalanan grup, vatansever öğretmenler sayesinde kurtulmuştur.

 

4.       4. KOLAĞASININ BAŞKALARININ KAHRAMANLIKLARINI KULLANARAK YENİ DEVLETİ KURMASI

 

Valilik makamındaki bir çatışma sırasında kolağası bir kenarda saklanıp çatışma bitince bir şirketin logosunu taşıyan bayrağı alıp sallayarak yeni devleti ilan ediyor. (s.314-320)

YN: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Mustafa Kemal hep ön cephededir. Kolağası gibi sütunun ardından izlememiştir. Bugün kullandığımız Türk bayrağının tarihi I. Kosova Savaşı’na (1389) kadar uzanmaktadır.  Yani gelişigüzel  bulunmuş bir bez parçası değildir. Sanal ülke Minger'in bayrağının ortaya çıkış hikâyesi  postmodern kaygılarla ironik bir biçimde anlatılmış ama burada benzerlik ilişkisi bulunmuyor. 

 

5.       5. KOLAĞASININ YENİ DEVLETİN TEMELİ OLARAK MİLLİYETÇİLİĞİ ÖNE ÇIKARMASI

 

Kolağası tesadüfen kurulan yeni devlette halka yaptığı ilk konuşmada padişaha bağlı olmayacaklarını söyler ve  Yaşasın Minger! Yaşasın Mingerliler!  Yaşasın Minger milleti!” diye bağırması (s.323)

 

YN: Atatürk’ün de padişaha karşı oluşu,  bir çok konuşmasında Türklüğü öne çıkarması ve Atatürk’ün altı ilkesinden birinin milliyetçilik olduğu düşünülürse Kolağası karakteriyle Mustafa Kemal  bu yönden  de benzemektedir.

6. KOLAĞASININ DİL DUYARLILIĞINA ELEŞTİRİ

 

Atatürk’ün Türkçe’ye olan ilgisi Kolağası üzerinden şöyle anlatılıyor:

“ Türkçe  gibi Rumca’da ileriki yıllarda kenara itilecekti anlaşılan. Milliyetçi ve dilci bir hayal olan Mingerce’nin tek dil olması, o anda karantina sorunları için samimiyetle toplantıya katılanlar tarafından fazla hayalperestçe bulunarak ciddiye alınmadı.” (s.340)

“Herkes kardeşçe, ecdadımızın yüzlerce yıl konuştuğu  Türkçe ve Rumca hatta İtalyanca ve Arapça niye Minger dilinden daha aşağı görülüyor diye soramaz kimse.”(341)

YN: Kolağasının bu çalışmaları farklı dillere tahammül göstermeyen ve geçmişle bağları koparan bir çalışma gibi yansıtılmış. Oysa Atatürk 1932’de Türk dil devrimini Türkçe’yi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için yapmıştır. Çünkü millet aynı dili konuşan insanlalar topluluğudur. Dilse düşüncenin aynasıdır.  Arap gibi,İranlı gibi, Fransız gibi konuşarak Türk gibi düşünemezsiniz. Yine romanda resmi dilin tek dil olarak  vurgulanması özellikle bugün kimi bölücü çevrelerin  farlı etnisitelerin  duyarlılığını  kaşımasına  benziyor.

“Komutan adada eski Mingerceyle şu veya bu şekilde ilgilenmiş kayda değer kişilerle bir toplantı düzenledi. Bunların bazıları çocukluk ve mahalle arkadaşları, bazıları da Murakabe Müdürünün istihbarat işlerini yürütürken Minger ayrılıkçısı diye dosya tuttuğu, hapse atma tehdidiyle sindirdiği kişilerdi.”

YN: Devletin başı olarak kolağasının dilcilerle çalışmasıyla Atatürk’ün Türk Dil Kurumu üyeleriyle yaptığı çalışmalar arasında benzerlik vardır. Yine Türk Dil Kurumunun ilk genel sekreteri Ermeni asıllı Agop Dilaçar’ı hatırlatan ifadeler var. Tabii önemli bir farkla. Agop Dilaçar dönemin vatansever bir dil uzmanı olduğu için  o makama getirilmiştir. Bu aynı zamanda Atatürk’ün etnik bir ayrımcılık yapmadığının da kanıtlarından biridir.

7.      7. MİNGER MİNGERLİLERİNDİR

 “ Aynı anda ‘Minger Mingerlilerindir’ dedi Kolağası.” (s.332)
YN: Atatürk'ün Yunan'ı yendikten sonra yabancı basına verdiği demeçte söylediği "Türkiye Türklerindir" sözünü hatırlıyoruz.

 

8.     8. OSMANLI NİŞANLARINI ÇIKARMA

 
“Osmanlı nişan ve madalyalarını çıkarmış ama askeri savaş üniformasını üzerinde tutmuştu.” (s.337)
YN: Atatürk de milli mücadelenin başında Osmanlı nişanlarını çıkarmıştır

 

9.    9. İLK CUMHURBAŞKANI

 

Kolağasının rütbesi paşaya çıkartılır ve Minger’in ilk cumhurbaşkanı olur. (s.340)

 

1             10.  KOLAĞASINA SUİKAST

 

Kolağasına suikast düzenlenir. Bu suikastten kurtulur ve sonrasında idamlar olur. (s.355-360)

YN: Atatürk’e de 1926’da Ziya Hurşit tarafından İzmir’de suikast planlanmış ancak gerçekleştirilememiş, bu kişiler sonrasında idam cezasına çarptırılmışlardır

 

11.     11.ATATÜRK’ÜN MİLLET TANIMI

 

“Ben Mingerliyim diyen herkes Mingerliydi. Yüzyıllarca Mingerlilere ‘ben Mingerliyim’ demek yasak olduğu için, bu en güzel söz bir dua gibi kutsal telakki edilmeli, kişiye bundan daha fazlası sorulmamalıydı.” (s.401)
YN: Burada da Atatürk’ün millet tanımı akla geliyor. “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk milleti denir.” Ancak bunu diğerleri sorgulamasın, dua gibi kutsal kabul etsin diye demedi. Milleti birleştirecek formülün bu olduğunu görerek söyledi. Yazar dua falan diyerek bunu anlamadığını ortaya koymakta.

 

         12. KOLAĞASININ MEZARI ile ANITKABİR ARASINDAKİ BENZERLİK


Kolağası öldükten sonra onun için yapılan kabir bütün şehirden görülmektedir. (s407) 

                   13.ATATÜRK’Ü ELEŞTİRME HAKKININ YASAK OLMASI

(Kolağasıyla ilgili efsanelerden söz edildikten sonra) “Bu efsaneleri biraz eleştiren, yapmacıklı bulan, abartmalara dayanamayıp bir şaka yapan pek çok insan da hapse tıkılmıştır.” (s. 480)

YN: Yazar adeta bir faşizm portresi çizmiştir.  Gerçeklikle ilgisi olmayan ama Atatürk karşıtlarının çiğneye çiğneye bıkmadığı bir iftirayı Kolağası üzerinden tekrarlamıştır yazar.

14.  CUMHURİYET OSMANLININ ZULMÜNÜ DEVRALMIŞTIR TEZİ


İsyankâr bir adam olan Şeyh Hamdullah’ın kardeşi Ramiz ve üç arkadaşı idam edilir. Bunun üzerine kitapta kurmaca bir Yunanlı  yazar şöyle yazmıştır:

“Yeni idarenin Osmanlının zulmünü devraldığı, zaten Osmanlının meseleler karşısında adam asmaktan baika bir şey bilmdiği yolunda Türk ve İslam karşıtı gözlemler vardır ne yazık ki” (s.362)

 

YN: Asılan kişinin romanda Şeyh Hamdullah’ın kardeşi Ramiz olduğu düşünüldüğünde cumhuriyetin ilk yıllarında cumhuriyete karşı isyan eden Şeyh Sait vb. kişilere uyguladığı cezalar çağrışım yapmaktadır.

1    15. KOLAĞASININ TARİH TEZİ ve ATATÜRK’ÜN TARİH TEZİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER

Cumhurbaşkanı Kamil, arkeolog Selim Sahir  Minger tarihini yazarken siz bu adaya sonradan geldiniz sözünü eleştirir. Ona şöyle der:
“Minger milleti bugün evinin uzakta başka bir yerde olduğunu ve bu adada eskiden başka bir milletin yaşadığını hele hele sizin gibi alimlerden işitmek istemeyecektir. “

 

YN: Atatürk de Türklerin Anadolu’daki miladını 1071’e dayandıran tarihi  tezlere karşıdır. Atatürk, Anadolu için “yedi bin yıllık Türk beşiğidir” sözünü kullanır. Anadolu’da yaşamış eski uygarlıkları da Türklüğün bir parçası olarak kabul eder ve bu yüzden cumhuriyetin ilk kurumlarına Sümerbank, Etibank gibi isimler verniştir. Romanda Kolağasının tarih bilimine de ayar verdiği yani bilime de rota çizdiği açıkça görülmektedir. Oysa Atatürk’ün yaptığı  bir ayar vermeden çok bir devlet kurucusunun padişah tebası gibi görülmüş bir toplumun millileşmesi için çaba harcamasıdır.

 

      16.  ÜLKEDE İKTİDAR BOŞLUĞU VARKEN KOLAĞASI DİLLE UĞRAŞMASI ELEŞTİRİLİYOR

 

“Ama şehirde bir iktidar boşluğu ve anarşi hüküm sürerken, Komutanın yalnızca Minger dili ve karısıyla ilgilenmesinin anarşi ve başıbozukluğu artırdığı, daha önemlisi, yeni devletin verdiği umutların ve iyimserliğin hızla kaybedilmesine yol açtığı doğrudur.” (s.398)


YN: Atatürk ömrünün son yıllarında Türk dili çalışmalarına ağırlık vermiş, hatta mirasını Türk dil ve tarih kurumlarına bağışlamıştır ama yazara şunu hatırlatmak isterim ki bu dönemde yani 1930’larda Türkiye Cumhuriyeti gerileyen değil anayurdu çelik ağlarla donatan, fabrikalar açan, modern okullar açan bir ülke durumundadır.

 


  17.  TÜRKİYE CUMHURİYETİ KURUCULARININ OSMANLI İÇİN KULLANDIĞI DİL ELEŞTİRİSİ


“Hatıralarında kraliçe ve kocasının Kızkulesi’ne bu ziyaretinden söz ederken, onlardan modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularının son Osmanlı padişahlarından söz ederken kullandığı küçümseyici, aşağılayıcı dili kullanmıştır.”

YN: Olay akışında hiç ilgisi yokken bu örneğin verilmiş olması ilginçtir. Bu ifadelerden Atatürk’ün İngilizlere sığınan padişah Vahdettin için Nutuk’ta kullandığı ifadeler akla gelmektedir. Ne yapmış olursa olsun bir padişahın hiçbir şekilde bir başka devlete sığınma talep etmemesi gerektiği için Atatürk’ün bu ifadeleri kullandığını eklemeyi unutmuş Orhan Pamuk.

 

ROMANDA ATATÜRK'Ü ELE ALIŞ DIŞINDA NEOLİBERAL İDEOLOJİNİN YANSIMASI TEZLER

1.     Laiklik  Asker Zoruyla Ayakta Tutulmaktadır

Hem Minger’de hem de daha sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde paşalar, şeyhlerden daha güçlüydüler elbette ve modern Türk ve Minger laikliği buna dayanır.” (S.214)

2.     Resmi Tarih’e Güvenmemeli,  Şiddetle, Silahla Kazanılan Başarının Kutlaması Olmaz

 

 22 Haziran tarihi adada yüz on altı yıldır ‘Telgraf Bayramı’ olarak kutlanır ve resmi daireler, okullar tatil edilir. Karantina Neferlerinin sabah Garnizon’dan Postane’ye yokuş aşağı yürüyüşü, Bayram törenlerinde kasketli yaşlı telgrafhane memurları tarafından canlandırılır.  Bugün adalılar Garnizon’dan gelen “neferlerin” telgraf memquru değil, asker olduğunu unutmuşlar mıdır? Olayın silah atmalı şiddet kullanmalı bir baskın değil, şenlikli bir modernlik çabası olarak hatırlanmasını bazı resmi “tarihçiler” Minger milletinin şiddetten hoşlanmamasıyla açıklar ama ne yazık ki bu üstünkörü gözlem inandırıcı değildir.” (s.267)

YN: Baskını yapanlar asker basılanlar memurken resmi tarih basanları memur yaparak, olayları çarpıtarak tarihi tepetaklak etmektedir görüşü örtük ileti biçiminde sunuluyor. Ayrıca silahla kazanılan ya da silahların gölgesinde kazanılan  zaferlere dayalı milli bayramlarımız da (19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos)  aslında eleştirilmiş oluyor.

3.     Milliyetçilik kötüdür, milli devletlerde acılar güzelmiş gibi gösterilir, milliyetçilik saçmadır, 1930’lar kötüdür

“Üç yıl önceydi bu. O zaman milliyetçi kavgalardan, savşlardan, salgınlardan uzak olan ada öyle huzurlu bir yerdi ki, bugün insanın hayal bile edemeyeceği bu tür siyasi sohbetler ve dostluklar mümkündü.” (s.276)

“Ne yazık ki günümüzde adada yayımlanan ilkokul ve ortaokul kitaplarında, sözünü ettiğimiz veba öksüz ve yetimlerinin acıklı maceraları sanki çok güzelmiş gibi romantik bir milliyetçilikle abartılır ve çoğu kısa sürede ölecek bu kimsesiz çete çocukları sanki vebadan ölmüyorlarmış gibi hikâye edilirler. Bazı ders kitaplarında zavallı çocuklardan Aral Gölü yöresinden binlerce yıl önce gelmiş en eski, en saf ve hakiki Minger evlatlarıymış gibi söz edilmiştir 1930’larda (s.278)

“Mingerli olmanın bir kan meselesi olarak algılandığı ve temellendirildiği 1930’lar ve 1940’larda hürriyet mücadelesinin bu en dramatik anı hatırlanmış ve Mingerlileri harekete geçiren şeyin, devletin kurucusunun bileğinden, parmaklarından bayrağa ve aşağıya damlayan kan olduğu açıkça yazılmıştır. Bu kan binlerce yıl önce Aral Gölü’nün güneyinden adaya göç eden ve çok özel bir dili olan soylu Minger milletinin kanıydı.” (s.328)

YN: Aral Gölünün güneyinden göçen halk ifadesi Hazar Denizinden  batıya göç eden Türkleri çağrıştırılmaktadır.

“Konu milliyetçilik ve dile geldiği için hayatımın mutsuz günlerinden bir başkasına değineceğim. 2012 yılında UEFA Avrupa Şampiyonası eleme maçında nüfusu o zaman yarım milyona ulaşmış olan Minger’in milli futbol takımı İstanbul’da Türkiye’yi son anda verilen (belki) haksız bir penaltıyla 1-0 yenip eleyince, güzel Türkçeyle güzel Mingerce arasındaki bölünmüşlüğüm bir ıstıraba dönüştü. Öfkeli taraftarlar İstanbul’daki Minger lokantalarını, Minger çörekçilerini ve adında Minger olan pek çok dükkânın camlarını kırdılar, vitrinleri tahrip ettiler ve bazı işyerlerini yağmalayıp kısmen yaktılar” (s.526)

YN: Anlatıcının burada da milliyetçilikle holiganlığı, serseriliği karıştırdığı görülüyor. Milliyetçiliği ne yapsam da kötülesem çabası var.

 

 

4.     Batı ileridir, doğu geridir,ilkeldir,canidir. Hristiyanlar kurallara uyar, Müslümanlar uymaz. Kolağası batılı olduğu için moderndir.

 

Hindistan’da ve Çin’de insanların koleradan kırıldığı bir ortamda İzmir’de salgının durdurulma nedenini Bonkowski Paşa şöyle açıklar:

“İzmir’de hastalık bir Rum mahallesindeydi. Üstelik İzmir’in ahalisi çok münevver ve medenidir. Minger adasında hastalık daha çok Müslüman mahallelerinde ve şimdiden on beş kişi ölmüş. Orada işimiz daha zordur.”

“Doktor Nuri Müslümanları karantina kurallarına uydurmanın Hristiyanları uydurmaktan daha zor olduğunu tecrübeyle biliyordu.” (s.21)

“(Kolağasından söz ederken) Avrupai düşüncelerinde Mingerli, Akdenizli olmasının, Ortodokslara yakınlığının etkisi vardı elbette.” (s.86)

 

Bk. Jean Pierre hikayesi.(s.91)

 

YN: Olayların geçtiği 1901’de İslam coğrafyası büyük oranda yoksul ve sömürgeydi. Bununla birlikte cehalet de vardı. Ancak bu ve romanın birçok bölümünde batı hep bir uygarlık merkezi olarak alınmıştır. Hatta kolağasının modern düşünceli olmasını da Mingerli, Akdenizli olmasına bağlamıştır. Doğudan bir Kolağası çıkmaz demeye getirmektedir. Doğunun cehaleti üzerine kurulu birinci paragrafta ilk başta  doğru gibi görünen  batıcılık romanın ilerleyen aşamalarında AB’ye methiyeler düzmeye kadar vardırılacaktır.

 

5.     Egemenler Gerçekleri Söyleyenlere Hep Dış Mihrak Derler

“Minger İzmir değildir!” dedi Vali. ‘Burada hastalık yok. Padişahımız hazretleri buraya gelişinizi bu yüzden gizli tuttular.  Ama salgın varsa, İzmir’deki gibi karantina kararları alıp salgını durdurmanıza da irade buyurdular. Salgın haberlerini çıkaran Karantina Heyeti üyesi Rum doktorların Yunanistan yanlısı olması ve kötü niyetli konsoloslar Zat-ı Şahane’yi şüphelendirmiş ve sizin Minger Karantina Heyeti ile görüşmenizi yasaklamıştır.” (s.38)

“Vali Paşa Giritli bir Rum olduğu için pirelendiği Karantina Müdürünün bu telgraflarından haberdar olunca onun gizli bir Yunan milliyetçisi olduğunu adadaki yaz ishallerini Osmanlı’nın başarısızlığının kanıtıolsun diye büyüttüğünü iddia etmişti.” (s.89)

6.     Türk kimliğinin vurgulanmayışı

YN: Romanda Türk adı birkaç kez geçerken adada yaşayan topluluklar veya Osmanlı’nın diğer yerlerindeki topluluklardan söz ederken sürekli Rumlar ve Müslümanlar denmektedir. Oysa dini kimlik öne çıkarılacaksa öteki topluluğa da Hristiyan denmesi gerekirdi.  Romanın birçok yerinde bu böyle ama biz bir iki tanesini alalım:

“Bunların hepsi de kendilerine fiyakayla ‘konsolos’ denmesini isterler ve Müslüman sandalcılar kâhyâsı Seyit’i kaba ve cahil diye dışlar, türlü bahanelerle ona ve adamlarına iş vermezlerdi. Oysa Âl-iOsman’ın  bayrağını taşısın taşımasın, limana gelen bütün gemilerin boşaltılması işi bütün sandalcı ve hamallara eşit olarak verilmeliydi. Bu yüzden de Müslüman sandalcılar az iş alıyor ve geçim sıkıntısından sandallarını satıyorlardı. Ben Müslüman  hamalları koruyunca, Zat-ı Şahane’ye ve Mabeyn’e aleyhime yazılar yazdılar.” (s.82)

“Yalnız konsoloslar değil! Gazeteciler, ister Rum, ister Müslüman, her ne bahaneyle mesela yarın cenazede size yaklaşırlarsa, asla mülakat vermeyiniz.” (s.83)

7.     İslam Coğrafyasında Emperyalizme Karşı Çıkanlar Özellikle Dindar ve Muhafazakâr Kesimlerdir

YN: Romanda emperyalizme karşı çıkanın özellikle tarikatlar ve dini gruplar olduğu Çin’de Çin’i işgal eden batılı devletlere karşı 1900’lerde çıkan isyanın Boxer tarikatının isyanı olduğu hatırlatılmaktadır.

 

“Bu da yoksul Çin halkını, özellikle muhafazakârları ve dindarları isyan ettirdi. İktidardaki Mançulara ve “yabancılar”a, özellikle Hristiyan ve Avrupalılara karşı ayaklanmalar başladı. (…)Hızla yaygınlaşan halk isyanının arkasındabatılıların “Boxer” dedikleri ve geleneksel büyü ve kılınç törenlerinin gizemlerinden güç alan bir tarikat vardı.” (s.29)

YN: Elbette batı sömürgecilerinin Hristiyan ağırlıklı olması Müslüman halkın tepkisini artırır ancak bu işin bayraktarlığı yurtsever her kesimdedir. Bir durum tespiti yapılıyor gibi gözükse de  emperyalizme karşı cephede soru işareti uyandıracak, o cepheye fitne sokacak bir tespit gibi gözüküyor ve aynı zamanda bu tespit emperyalistlerle iş tutan kimi tarikatların olduğu gerçeğini de gizlemektedir.

 

8.     Memurlar, devleti yönetenin hoşuna gitmeyecek işleri yapmaz. Toplum için önemli acil ve önemli işleri devletle bağı olmayanlar yapar

 

“Aslında taşrada salgını belirleyip İstanbul’a ilk ihbarı yapmak karantina teşkilatlarının işiydi. Ama çoğu zaman bu acil ve önemli işi karantina memurları değil, kendi özel muayenehaneleri olan ve küçük yerel hastanelerde, kliniklerde ve eczanelerde hasta gören Rum doktorlar yapardı. Çünkü karantina teşkilatlarının üyeleri devlet memuruydular ve İstanbul’un hoşuna gitmeyecek herhangi bir bildirimin sorumluluk işi olduğunu bildikleri için acele etmezlerdi.” (s.88)

 

9.     Millet bilinçsizdir. Doğru bir iş yaparsa da asker korkusundan, baskıdan yapar

 

  ‘Efendim, askere hiç mi gerek yoktur yani?’ dedi Alman konsolos alaycılıkla. “Asker korkusu olmasa halk yasak dinlemez” dedi Fransız konsolos. “ (s.119)

10.      Mingerde  özgür basına tahammül edilmez. Basının görevi devlete destek vermektir.

 

“Matbuatın görevinin devlete destek vermek olduğunu, yanlış bir şey yazarak başını belaya sokmamasını söyleyerek ve gülümseyerek tehdit etti.” (s.143)

 

  ‘Hür Minger’de matbuat hürdür’ dedi Sami Paşa. ‘Ama bu tarihi ve milli meselede bize sormadan hemen aklınıza geleni yazmayınız. Sizin halisane duygular ve heyecanla yazdığınızı bu haydutlar, çeteciler ve düşmanlar hemen suistimal edip hürriyet ve istiklal aleyhine kullanacaklardır.” (s.336)

 

11.     Dünyanın huzurunu, sağlığını bozan ülkelere dışarıdan müdahale haktır

 

Minger’den kaçan potansiyel veba taşıyıcılarını valinin durduramaması nedeniyle Düveli Muazzama (İngiltere, Fransa) adayı savaş gemileriyle ablukaya alır. (s.256-257)

 

YN: Yabancı savaş gemilerinin Minger sularında ne işi var demek yerine ülkedeki yönetim zaafının öne çıkarılması o gemileri aklamak gibi olmuş.

 

12.     Minger için silaha sarılanlar bunu bağımsız Minger için değil padişah için yaptılar

“Yani ateş edenler tetiği bağımsız Minger  için değil, padişah için çekiyorlardı.” (s.317)

YN:  Kurtuluş savaşına katılanların bağımsız bir ülke için değil padişahı kurtarmak için savaştığını söyleyenleri andırıyor.

13.      Minger’in ilk Anayasasında tarif edilen devletle  Türkiye Cumhuriyeti arasındaki benzerlikler. (Mingerya Mingerlilerindir)

 

“ ‘Bir: Minger milleti Minger adasında, Mingerya’da yaşar’ diye yazdırdı Sami Paşa. İki: Mingerya Mingerlilerindir. Üç: Hür ve Müstakil Minger ülkesi Mingerya’yı Minger Cumhuriyeti Devleti idare eder….” (s.339)

 

14.      Milli devlet herkesi zorla tek bir kimlikte eritmiştir

 

“Kısa süre içinde Rum cemaatinden önde gelen kırka yakın aydın ile evlerinde Türkçe konuşan ve kütüphanesi olan on iki Müslüman okuryazar (fazla da yoktur onlardan) ayrımcılık suçuyla kalenin hapishanesine atıldı.” (s.501)

YN: Burada ülke içindeki farklı kökenden insanların zorla tek bir kimliğe sokulmaya çalışıldığını ifade ederken buradaki duyarlılıkları kaşımaya çalışmıştır. Oysaki milli devletler farklı etnik unsurların bir millet

kimliği altında bir araya getirilmesiyle oluşur.

15.      Türkiye Cumhuriyeti hanedanın mallarına el koymuştur.

“Türkiye Cumhuriyet’nde Osmanlı hanedanının ülkeye dönüşü yasaklanarak mallarına çaktırmadan ve dolaylı olarak el koymak kolaylaştırışmıştır!” (s.523)

YN: Buradan bir hukuksuzluk çıkartılmaya çalışılmıştır. Burada da cumhuriyete hukuksuz olma ithamı vardır.

 

16.      2000’li Yıllarda Milliyetçilik Olmaz

“2000’li yıllarda, artık eski tarz imparatorluklar ve sömürgeler çok gerilerde kalmışken, “milliyetçi” yalnızca devletin her dediğini onaylayan, iktidardakilere dalkavukluk etmekten başka bir niyet beslemeyen ve hükümeti eleştirecek cesareti olmayanlara itibar kazandırmak için kullanılan bir sıfata dönüşmüştür. Oysa hayranlık duyduğumuz “Kolağası” Komutan Kamil’in zamanında milliyetçilik sömürgecilere isyan eden ve onların hiç durmayan makineli tüfeklerine karşı elde bayrak cesaretle, kahramanca koşan vatanseverlere verilen itibarlı bir sıfattı.”
YN: Kolağasının itibarı burada teslim edilmiş gibi gözükse de onun dönemi anlatılırken yukarıda sıraladığımız olumsuz bakış açısı aslında bu itibar tesliminin bugün milliyetçiliğin gereksiz olduğunu anlatmak için yapılmış gözüküyor. Oysa sömürgeci devletler bitmemiş yalnızca biçim değiştirmiştir. Emperyalizm dün olduğu gibi bugün de ulus devletleri parçalama derdindedir. Örnekleri çoktur. Bu durumda milliyetçilik, vatanseverlik gibi duygular buna karşı direnişin temelleridir.

  17. AB Güzellemesi: Demokrasinin ve Muhaliflerin Koruyucusu

“2008 yılında Minger AB tarafından aday ülke ilan edilince, değil benim gibi ılımlıları, sert muhalif diye hapse tıktıkları pek çok kişiyi, solcuları ya da Türk ve Rum vakıf mallarına el koyan haydutları eleştirenleri sindirmek de zorlaştı.” (s.524)
YN: Romanın  en can alıcı cümleleri biraz da bunlar. Anlatıcı aradığı demokrasiyi emperyalist bir uluslararası kuruluşta bulmakta ve çareyi orada görmektedir.